SONZUZ NUR - İbadetin Önemi
   
Menü
  Ana Sayfa
  Bize Destek Olun
  Sitemizdeki Yenilikler
  Multimedya
  İlahi Dinle
  Videolar
  Sesli Sohbetler
  Mübarek Aylar Günler Geceler
  Berat Kandili
  Ramazan Ayı
  Mute Savaşı
  Kadir Gecesi
  Peygamberlerin Hayatı
  Hz.Adem
  Hz.Yahya
  Hz.Şit
  Hz.Davud
  Din ve İnsan
  Allahtan Korkmak
  Dinimiz
  İnsan
  İbadetin Önemi
  Hz.Muhammed(s.a.v) Geniş Hayatı
  Doğumu
  Soyu(Nesebi)
  Sütannede
  Medine Ziyareti
  Ebu Talip'in Himayesi
  Şam Seyehati
  Ficar Savaşı
  Hz.Hatice ile Evlenmesi
  Hayber'in Fethi
  Mekke'nin Fethi
  Reklam
  DOST SİTELER

İBADET VE ÖNEMİ

 

            Yüce Allah kainatı ve içindekileri boş yere yaratmamış, sorumsuz ve başıboş bırakmamıştır. Allah’ın yarattığı her varlığın bir gayesi ve anlamı vardır. (Al-i İmran 3/191; Enbiya, 21/16-17; Mü’minun, 23/115; Kıyame, 75/36) Yaratılışın amacı Allah’ı bilip tanımak, O’na yönelmek ve kulluk etmektir. (Zariyat, 51/56) Kulluğun en güzel şekli ise ibadettir.

           

            Kainatın özü varlıkların bebeği olarak yaratılan insan sürekli biçimde kendini geliştirme ve daha güçlü bir varlıkla bütünleşme arzusu taşımaktadır. Bu da insanı kendi varlığının ötesinde arayışlara yöneltmektedir. Kur’an-ı Kerim, insandaki bu dengesiz ve tatminsiz tabiata zaman zaman işaret ederek (Nisa 4/128; Tegabün 64/16; Mearic 70/19-21) bunun ancak Allah’a bağlanıp O’na kulluk ederek asılabileceğini bildirir. “Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur” (Ra’d 13/28) mealindeki ayet bunu ifade etmektedir. Yüce Allah’a kulluk etmek  yaratılışın gereğidir. Yaratılışının bu derin gerceğini unutan veya ilgisiz kalan pek çok insanın çaresizlik ve ruhsal gerilimin en uç noktaya ulaştığı durumlarda psikolojik bir zaruretle kendiliğinden Allah’a yönelmesi, O’na sığınıp yardım talebinde bulunması (Hicr 15/53-55; el-İsra 17/67,83; Lokman 31/32; Zümer 39/8; Fussilet 41/49-51) bu ihtiyacın ne kadar köklü olduğunu göstermektedir. Buna rağmen insanlar Allah’ın yerine sahte tanrılar edinerek kendilerine yabancılaşabilmektedir. Bu nedenle son ilahi din olan İslam, tevhid geleneğini yeniden canlandırmak üzere gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim her türlü puta (Bakara 2/54; A’raf 7/194-198), şeytan ve cinlere (Sebe’ 34/41; Yasin 36/60-61; Cin 72/6), meleklere (sebe’ 34/40, 41), lider, bilgin, rahip ve peygamberlere (Maide 5/116-117;Tevbe 9/31; Saffat 37/22-33) ya da kendi arzu ve eğilimlerine (Casiye 45/23) tapınmalara dikkat çekmekte, insanları akıl ve fıtrat yolunu takip ederek yüce Allah’a itaat ve ibadet etmeye çağırmaktadır (Yusuf 12/40, 108; Meryem 19/65).

            İbadet, yaratılanın yaratanına sevgi ve saygı ile boyun eğmesi, Allah ve Resulü  tarafından yapılması istenen belirli davranışları yerine getirmesidir.

Hürmet, sevgi, saygı ve itaatın en yüksek ifadesi olan ibadet ancak Allah’ın hakkı olup O’ndan başkası buna layık değildir. (Fatiha 1/5; Nahl 16/36; İsra 17/23) Zira dünya ve ahiretle ilgili bütün nimetleri veren yalnız O’dur. Allah’ın yüceliği karşısında sadece insanoğlu değil kainatta bulunan her şey lisan-ı hal ile O’na ibadet eder.

            Kur’an-ı Kerim, yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkların kendi dilleriyle Allah’ı sevgi ve övgü ile tesbih ettiğini bildirmekte; canlı, cansız bütün varlıkların hareket ve davranışlarını ibadet, zikir ve dua olarak nitelendirmektedir. (Ra’d, 13/15; Nahl, 16/48-49; İsra, 17/44; Nur, 24/41;Hac, 22/18)

            Ayet-i Kerimelerde belirtildiği üzere, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar, gökte dizi uçan kuşlar (Hac, 22/18; Nur, 24/41) ve diğer bütün varlıklar Allah’a ibadet ederler ki, buna kainatın ibadeti denilir. Ancak şuursuz yaratıkların herhangi bir tercihi bulunmadığı için onların ibadetlerine “tabii ve fıtri ibadet” ad verilir. Öte yandan insanların ve cinlerin yaratılış gayesi “Allah’a ibadet etmek” olarak belirlenmiştir (Zariyat 51/56). İnsanlar bu ibadeti kendi tercihleriyle yaptıklarından onların ibadetlerine de “Arzu ve istekle yapılan ibadetler” denilmiştir.

            İbadetlerin yerine getirilmesinde önemli bir ilke ibadetin yalnızca Allah için yapılmasıdır. Tevhidin aslı Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan itaat ve ibadet etmek (Fatiha 1/4; Al-i İmran 3/64; Zuhruf 43/45), yapılan ibadetlerin karşılığını yalnızca Allah’tan beklemektir. (Yunus 10/72; Şuara 26/109, 127, 145) İslam’da şirke götüren bütün yollar kapatılmış, Allah’tan başkası adına yapılan yemin, adak ve kurban yasaklanmıştır (Müsned, 1, 108, 118, 152, 309; Müslim, “Edahi”, 43-45; Nesai, “Dahaya”, 34) Bu yönüyle ibadet hem insanın yaratanına bağlılığını, O’na boyun eğişini hem de insanın ilahi irade dışında her türlü eğilim, baskı ve otorite karşısında özgürlüğünü simgeler.

Kur’an’da belirtildiği gibi üzere kainatta her şey kendini Allah’ın iradesine teslim etmiştir. Fakat insan Allah’a hem itaat hem de isyan etme yeteneğiyle donatılmış olduğundan (Kehf 18/29; Şems 91/7-8) sadece Allah’a ibadet etmeye, kendi bencil istekleri dahil bütün yalancı tanrıları terketmeye çağrılmaktadır (En’am 6/14-15; Meryem 19/90, 92) İnsanın, kendisi için mümkün bir yol olan isyana yönelmeyip istek ve iradesiyle Allah’a itaat ve ibadet etmesi son derece anlamlı ve değerli bir davranıştır. Esasen böyle bir davranış hem kainat düzenine hem de insanın kendi fıtratına uygunluk arzeder. Bu bakımdan insanın Allah’a ibadet etmesi dini bir görev olduğu kadar insanlık güçlerini geliştirip olgunlaştırmasının da en etkili aracıdır. Öte yandan yeryüzündeki varlıkların en üstünü ve değerlisi olan insan (İsra 17/70), Allah ile kurduğu ibadet ilişkisi sayesinde fiziki ötesi aleme açılmakta, Allah’a yakınlaşmakta, böylece ruhani yüceliş ve olgunlaşmanın en üst sınırına ulaşarak varlıkla Allah arasındaki bağı tamamlamaktadır (Hac 22/37; Buhari, “Tevhid”, 15 “Rikak”, 38; Müslim, “Zikir”, 20; Müsned, VI, 256)

Müminin kulluk bilinci ve tapınma isteği ne soyut bir düşünce ve kanaatle ne de şekilsiz ve belirsiz içsel bir duyguyla açıklanabilir; ibadeti sadece belli törensel uygulamalarının yerine getirilmesiyle sınırlandırmak da mümkün değildir. Allah’a kulluk ve bağlılık, O’nu anma ve yüceltme, O’na yakınlaşmaya çalışma, rızasına kavuşma niyet ve arzusu içerisinde gerçekleştirilen her olumlu davranış veya terkedilen her olumsuz davranış ibadetin kapsamına girer. Allah’a iman etme şuuruna  sahip bulunan ve bunun sorumluluğunu taşıyarak yaşayan insan bu tutumunu oturmak, kalkmak, yürümek, konuşmak gibi bedeni hareketlerle; korku, sevgi, lezzet, sevinç, istek, öfke, acıma, kıskançlık gibi duygu, heyecan ve isteklerle; bilgi, kanaat ve düşünce, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etme çabası gibi zihni ve iradi davranışlarla ifade etmektedir.

Dini bir vecibe olarak yerine getirilen her ibadetin belirlenmiş bir şekli ve kalıbı vardır. Mümin Allah’a olan bağlılığını bu form içinde yerine getirmek durumundadır. Genel olarak bu kalıp sembolik mahiyette olup ibadetin ayrılmaz bir parçasıdır. İbadetin şekli O’nun manasının yaşanmasında doğrudan etkili olmaktadır. Bir ibadeti yerine getirmek yalnızca bir sembolü yerine getirme değildir. İbadet şekli ve anlamıyla  kalıbı ve özüyle bir bütün oluşturmakta olup buna uygun tarzda yerine getirildiği zaman amaçlanan etki ve sonuçlarını gösterir. Gazzali’nin belirttiği gibi ibadetlerden maksat şuuru gündelik, alışılmış, sıradan yaşantıların etkisinden uzaklaştırıp organların da yardımıyla daha üstün bir şuur seviyesine yükseltmek, kalbin sıfatlarını daha iyileriyle  değiştirmektir. Buna göre mesela namazda secde ederken alnın yere konmasında asıl amaç, alın ile yerin bir araya getirilmesi değil bu sayede kalpte tevazu sıfatının  güçlendirilmesidir. Kalbinde tevazu hisseden kimse organlarıyla da bunu dışa vurursa tevazu daha da güçlenir. Buna karşılık yapılan bir hareketten kalben uzak kalındığı, onun amacına dikkat çevrilmediği zaman o hareketin anlamını içte yaşatacak ve güçlendirecek bir etki de duyulmaz; aynı şekilde kalbi dünya işleriyle meşgul olduğu halde secdeye vaan bir kimsenin alnını yere koymasından kalpte ki tevazu güçlendirecek bir etki meydana gelmez. (İhya’, IV, 361; Berguer, s. 157-158) Muhammed ikbal de benzer bir şekilde, beden duruşunun zihindeki duygu ve düşüncelerin yönünü belirlemedeki  güçlü etkisine dikkat çekerek dua ve namazdaki sembolik davranışları bu bakımdan değerlendirmenin önemine işaret etmiştir.(İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, s. 108-111) Buna göre şekil ve anlam bütünlüğü içerisinde yerine getirilmeyen bir ibadet verimsiz, eksik ve özürlüdür. Böyle bir ibadetin Allah tarafından  kabul edilmesi de beklenemez. Nitekim, “Şu namaz kılanların vay haline ki onlar kıldıkları namazın manasından uzaktırlar”. (Maun 107/4-5) mealindeki ayet de bu gerçeğe işaret eder.  

Şah veliyyullah ed-Dihlevi namazı insanın Allah’a olan bağlılığını, O’nun yüceliği karşısındaki eksiklik ve küçüklüğünü, neticede Allah’a duyulan minnettarlığı ve şükran duygularını dile getiren beden duruşu, sözler ve hareketler bütünü olarak açıklar. (Hüccetullahi’l-baliga, 1, 152-153)  Gazzali, namazda gözetilen şekli unsur ve uygulamaların gerçek ibadet vasfını kazanabilmesi için gerekli gördüğü psikolojik süreçleri şöyle sıralar: Kalp huzuru, okuduğunu anlamak, anladığına saygı göstermek, Allah’ın yüceliğini ve O’nun karşısındaki sorumluluğun büyüklüğünü hissederek bu şuur içerisinde korkup titremek; fakat her şeye rağmen kulluk görevini yerine getirmekten dolayı Allah’ın vaad ettiği mükafata kavuşma ümidini taşımak ve Allah’a karşı kulluk görevinde her zaman kusurlu olduğunu göz önünde bulundurarak bundan dolayı mahcubiyet duymak. (ihya’, 1, 154-158) Aynı şekilde zekatın gerçek anlamı, yaratılışı bakımından mala düşkün olan insanın mal sevgisini azaltmak suretiyle gerçek sevgi ve bağlanmaya layık olan yüce Allah’a yönelmesini temin etmek, Allah sevgisini gölgeleyen her şeyi içinden atarak tevhidi yaşamak, cimrilikten kurtulup Allah’ın verdiği malın şükrünü eda etmek. (a.g.e., 1, 201-202); orucun asıl anlamı ve özü, belirli bedeni arzulara ara vermek yanında şuuru da dünyevi ilgilerden, Allah’ın dışındaki şeylerden boşaltarak ilahi şuur ve manevi yoğunlaşmanın mümkün olan en üst sınırına ulaşmaktır. Hac ibadeti bir tür geçici ruhbanlıktır; çünkü onun özü ve anlamı, bütün hareket ve davranışlarda her şeyden uzaklaşarak kendini sadece Allah’a adamaktır. Bir tür ahiret yolculuğuna, ölüme hazırlanmak, ölüm sonrasında yaşanacak hallerin bu dünyadaki uygulamasını yapmaktır. (a.g.e., 1, 247-253)

Allah’ı hatırlama ve anmanın, O’na bağlılığın ifadesi bütün ibadetlerin özünü oluşturur. Allah’ı hatırlayan, O’nu varlığında hisseden kimse, günlük şuurun sıradan etkisi dışına çıkarak var oluşun üstün bir boyutuna açılır. Böylece ibadet kişiyi, zaman ve mekanın ötesinde hiçbir şeye benzemeyen ilahi hakikatle karşı karşıya getirmekle onda bir şuur genişlemesine imkan verir. Bu da insanın ruhi potansiyellerini daha iyi kullanmasına, duygu ve düşüncelerinin derinleşip incelmesine, manevi yönden olgunlaşmasına yol açar. Ruhi güç ve enerjilerin harekete geçmesini sağlayan ibadetler kişiliği zenginleştirip güçlendirmekte, direnme ve dayanma kabiliyetini arttırmaktadır. Farklı zaman ve mevsimlere yayılmış olan İslami ibadetler insan hayatının her yönünü kuşatmakta, kişide iç disiplin ve kendi kendini kontrol sistemi olarak görev yapmaktadır.

İbadetler, dinin belli ölçüde biçimsellik ve sembolizm içeren bir yönünü temsil ederler. İnsan aklı yaratana ibadet edilmesinin önem ve gerekliliğini kavrasa bile bunun nasıl ve ne şekilde yapılacağını bilemez. Bunun içindir ki, ibadetlerin şart ve şekillerinin Allah’ın emrettiği, Resulü Ekremin açıklayıp gösterdiği şekilde yapılması gerekmektedir.

            Kur’an-ı Kerim’de emredilen ibadetler Hz. Peygamber tarafından ayrıntılı bir şekilde açıklanmış, uygulanmış ve onun öğrettiği şekilde yerine getirilmeye başlanmıştır.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed 23 yıllık peygamberlik döneminde, ibadetlere ve insan ilişkilerine büyük önem vermiş, sahabe bu zaman dilimi içinde adeta ibadet eğitimi görmüştür.

            Hz. Peygamber, “Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılınız” (Buhari “Ezan” 18, Darimi, “Salat” 42) “Hacla ilgili hükümleri benden öğreniniz” (Müslim, III, 318,366; Nisai, “Menasik” 200) buyurarak ümmetine, namazın kılınış ve haccın eda ediliş bicimlerini ayrıntılarıyla göstermiştir. Bunun içindir ki, ibadetler, Allah’ın emrettiği Resulü Ekremin açıklayıp gösterdiği şekilde yapılmalıdır.

            Genel ibadetler belli davranış biçimlerinden meydana gelir. Bir kısmı sembolik anlam ifade eden bu şekiller, ibadetlerin adeta temel unsurunu teşkil eder. Bununla birlikte ibadetin özünü, kişinin niyeti ve ibadetin gösterişten uzak olarak içten gelen bir istekle yerine getirilmesi oluşturur. Dini terminolojide “ihlas” denilen bu keyfiyet ibadetlerin kabulünde esastır. İbadetlerin yerine getirilmesi sırasında vücutla yapılan bazı hareket veya şekiller bir bakıma suyu muhafazaya yarayan kap veya özü çevreleyen ve koruyan kabuk gibidir. Kur’an’da dini yalnızca Allah’a has kılarak ibadet etmekle ilgili birçok ayet bulunmaktadır. (A’raf 7/29; Zümer 39/2, 11, 14; Beyyine 98/5) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed halis niyet bulunmadan yapılan ibadetlerin içi boş davranışlardan ibaret olduğunu bildirmiştir. Amellerin niyete göre olduğunu bildiren hadis de (Buhari, “İman”, 41; Müslim, “İmaret”, 155) esasen ibadetlerin yapılmasında şekil şartı sayılan kasıt ve bilincin değil içtenlik ve ihlas anlamındaki niyetin önemine işaret etmektedir.

            İbadetlerin yapılmasında devamlılık ve süreklilik asıldır. Kur’an’da insanın ölünceye kadar rabbine kulluk etmesi istenir (Hicr 15/98-99). İslam’da dünya hayatı için ahiret, ahiret hayatı için dünya hayatı feda edilmeyerek ikisi arasında bir denge kurulmuş (Nur 24/38; Kasas 28/77; Haşr 58/18-19), hem dünya hem de ahiret mutluluğu esas alınmıştır. (Bakara 2/200-202) Bu ilke gereği Hz. Peygamber ümmetine dengeli ve itidalli bir dini hayat tavsiye etmiş, devamlı yapılan amelin Allah katında amellerin en hayırlısı olduğunu belirtmiş, ibadetlerde aşırıya gitmek isteyen bazı sahabileri uyararak nefsin ve aile fertlerinin kişi üzerinde hakları bulunduğunu ve her hak sahibine hakkının verilmesi gerektiğini, kendisinin Allah’tan en çok korkan ve O’na en çok ibadet eden kişi olmakla birlikte yine de yiyip içtiğini, cinsi hayatını sürdürdüğünü ve istirahat ettiğini, İslam’da ruhbanlık bulunmadığını belirterek (Müsned, III, 266; Darimi, “Nikah”, 3; Acluni, II, 377) din ile hiç kimsenin yarışamayacağını, aksi halde dinin ona galip geleceğini söylemiştir (Buhari, “İman”, 29)        

            Manevi kirlenmenin önlenmesi ve ahlaki zaaflarının giderilmesi, uyumlu, tutarlı, dengeli ve huzurlu bir ruhi hayatın yaşanması bakımından ibadetler en etkili vasıtalardır. Kur’an-ı Kerim’de ahiret inancı, azap korkusu iffetli olma, emaneti koruyup sözünü yerine getirme, şahitlikte dürüstlük gibi itikadi ve ahlaki ilkeler yanında namazın ve mali ibadetlerin kişiyi egoist ve yıkıcı duyguların etkisinden koruyacağına işaret edilmiştir. (Mearic 70/19-27). Özellikle namaz ve orucun kişiye zararlı duygulardan koruyacağını, kötü davranışlardan alıkoyacağını belirten ayet ve hadisler vardır. (Ankebut 29/45; Müslim, “Mesacid”, 282) Aynı şekilde zekatın hem insan tabiatındaki cimrilik ve bencillik eğilimini (Al-imran 3/180; İsra 17/100; Furkan 25/67), hem de mala karışan haram ve günah kirlerini temizleyici olduğu söylenebilir. Kurban kesmenin kişinin karakteri üzerindeki en önemli etkisinin ondaki saldırganlık ve öldürme dürtüsünün doğruduğu gerilimi kişi ve toplum açısından faydalı bir yönde tatmine kavuşturmak suretiyle ruhi dengenin korunması olduğu düşünülmektedir. (Daryal, s. 282-291)

            İslami ibadetler temizlik ön şartına bağlıdır. Manevi kirlerden arınma maddi kirlerden temizlenmekle başlar. Abdestin ve guslün beden sağlığı üzerine etkileri günümüzde çok iyi bilinmektedir. (Nurbaki, s. 12-18) Ayrıca namazdaki beden hareketleri bir tür beden eğitimi , oruç ise sağlık perhizi işlevi görmektedir. Özellikle oruç üzerine yapılan araştırmalar bu konuda önemli sonuçlar vermektedir. (Uysal, s. 31-34; Yeğin v.dğr., sy. 4 (1981), s. 136-165).

            İbadetler, yalnız kul ile Allah arasındaki ilişkileri düzenlemekle kalmaz. Aynı zamanda, ferdin yakın çevresiyle ve toplumla ilişkilerini doğrudan veya dolaylı olarak etkiler. Kişisel niteliği etkin görülen namaz ve oruç ibadetin bile kötülüklerden uzak durma, toplumsal kaynaşmayı, huzur ve sukunu sağlama, yoksullara eli uzatma gibi dışa akseden olumlu sonuçları vardır. Bu özellik zekat, hac, kurban, kefaret gibi ibadetlerde daha etkin görülür.

            İbadetlerde niyet ve ihlas esas olduğundan baskı uygulanmasının kişiyi iki yüzlülüğe sürükleyeceğinden, bu şekilde yapılacak ibadetin Allah katında makbul sayılmayacağı açıktır. Kur’an-ı Kerimde genel olarak iyi davranışlarda bulunanların büyük mükafat alacağı, buna karşılık ilahi emirlere itaat etmeyenlerin çetin bir azaba uğratılacağı belrtilmiştir. (Beyyine, 98/5-7)

            İbadet, Allah’ın rızasını kazanmak O’na yaklaşmak, O’nun sevgi ve hoşnutluğunu kazanmak için vazgeçilmez bir araçtır. İnsan herşeyi bir kenara bırakarak Allah’ın huzurunda ve O’nunla birlikle olduğunun bilincine varınca amacına uygun şekilde ibadet etmiş olur. Hz. Peygamber (s.a.s.) “İhsan” kavramıyla bu hususu belirtmiştir. (Buhari, “İman” 37;Müslim, “İman” 1) Allah teala “Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl” (Taha, 20/14) buyurarak gafletle ibadet edilmemesini ve namazın bilinçli bir şekilde kılınmasını istemiştir.

Sosyal bütünleşme, dayanışma ve yardımlaşma bakımından İslami ibadetlerin her birinin ayrı önemi vardır. Genelde ibadetler vesilesiyle bir araya gelen insanlar ortak tecrübeler geliştiren, aynı gaye ve idealleri paylaşan bir cemaat oluştururlar. İbadetlerin birleştirici rolü en etkili sosyolojik güç olarak kabul edilmektedir. (Wach, s. 39-42) Sosyal bağları ibadetle pekişen insan kalabalığı içerisinde ferdi benliklerin yerine birliktelik ruhu hakim duruma geçer. Böyle bir ortamda duygu hassasiyeti zirveye ulaşır, büyük bir dini çoşku yaşanır. Cemaat şuuru fertler arasındaki ayrılıkları önemli ölçüde giderir; eşitlik ve kardeşlik duygularını pekiştirir; kişiyi sevgi ve gönül birliği içerisinde diğer insanlarla bütünleştirerek kendi yalnızlık ve güçsüzlüğünden kurtarır. Zekat, sadaka, kurban, hac gibi ibadetler vesilesiyle toplumun her kesiminde güçlü bir diğerkamlık ve özveri ruhu yaşanır. Gelir dağılımındaki eşitsizliğini fakirlik ve ihtiyacın yol açtığı sosyal gerilimlerin  aşılması bu ibadetler sayesinde gerçekleşir. Doğum, ölüm, sünnet, askere gitme, hacı uğurlama veya karşılama gibi az çok ibadetle ilgisi bulunan törenler ve ikramlar sosyalleşmeyi ve sosyal dayanışmayı arttırarak toplumsal bütünleşmeye yardımcı olur.

            Diğer olumlu alişkanlıklar gibi ibadet eğitimi de çocuklara küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanırsa kişide gerek ibadetin gerekse ibadetten beklenen olumlu alışkanlıkların daha sağlıklı ve köklü olarak kazanılması mümkün olur. Kur’an-ı Kerim’de çocukların namaza alıştırılması, aile reisinin bu konuda örnek oluşturması gerektiğine işaret edilmiştir. (Taha 20/132) Hz. Peygamber’in çocuklara yedi yaşlarında namazın öğretilmesini tavsiye eden hadisi (Ebu Davud, “Salat”, 26; Tirmizi, “Mevakit”, 182) bu konuda müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır. Çocuğun ibadet eğitimi küçük yaşlardan itibaren psikolojik gelişimi, bedeni dayanıklılığı dikkate alınarak yaptırılmalıdır. Çocuğu namaza alıştırmada genel olarak yumuşak davranılması, teşvik edici ve ödüllendirici bir yol izlenmesi en uygunudur. Özellikle başlangıçta kolaylaştırıcı bazı uygulamalara da yer verilebilir. Rivayete göre Hz. Hüseyin çocukları namaza alıştırırken öğle ile ikindiyi akşamla yatsıyı birleştirerek kılmalarına izin vermiş, kendisine, “Niçin vakti dışında namaz kıldırıyorsun? “diye itiraz edildiğinde, “Bu onların namazdan uzak kalmalarından daha hayırlıdır” cevabını vermiştir (İbn Mahled, s. 138) Çocukları namaza alıştırırken onların evde namaz kılan büyüklerin yanına rahatça sokularak hareketlerini izlemeleri gerekir. 

   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol